Transatlantik: Trump-Şara görüşmesi | ABD'de devlet kepenkleri açabilecek mi?

12.11.2025 medyascope.tv

12 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’te karşınızdayız ve Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar'la, ağırlıklı olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Suriye’yi konuşacağız. Arkadaşlar merhaba. Ömer, gözün aydın sizin kepenkler tekrar kalkıyormuş, hükümet krizi bitiyormuş ve iş başına dönüyormuşsunuz, doğru mudur? 
Ömer Taşpınar: Doğrudur, öyle gözüküyor. Bugün Temsilciler Meclisi Senato’dan gelen yasayı onaylarsa, ki onaylayacağına kesin olarak bakılıyor, büyük bir ihtimalle yarın işbaşı yapabileceğiz.

Ruşen Çakır: Ömer, konuyu hiç bilmeyen izleyicilerimize özetleyerek anlatır mısın, bu olay nedir? Ne oldu da devletin kepenkleri bir müddet indi?
Ömer Taşpınar: Amerika’da, diğer ülkelerde olduğu gibi sık sık bütçe görüşmeleri yapılıyor ve bütçe görüşmelerinde eğer bir tıkanıklık, bir blokaj olursa, iki partiden bir tanesi, özellikle istedikleri yerine getirilmeyen parti, veto hakkını kullanıyor. Senato’da 100 senatör var, karar çıkması için 60 senatör gerekiyor. Orada yüksek çoğunluk %51 değil, 60 gerekiyor. Dolayısıyla Demokratlar bütçeyi bloke edebildi. Çünkü bütçede Trump yönetiminin, özellikle Obama döneminde getirilen sağlık sigortası sübvansiyonlarını devam ettirmeyeceği yönünde bir karar vardı. Demokratlar buna karşı çıkarak, biraz da siyasi nedenlerle, ‘’Demokrat Parti hiç direnç göstermiyor ‘’tezine karşı olarak “Biz devletin bütçesini onaylamıyoruz” dediler. Bu durumlarda maalesef 2-3 milyonluk memuru olan Amerikan hükümeti, memurlarına işe gitmeme emri veriyor. Çünkü maaşlar ödenemeyecek duruma geliyor. Bütün bunlar aslında sembolik, devam edebilir, Amerika borçlanabilir. Fakat bu böyle bazen bir hafta, bazen iki hafta sürebiliyor. En son 2018 veya 2019’da 35 gün sürmüş. Bu seferki yeni bir rekorla 42 güne yakın bir zamandır sürüyordu, artık sona erdi.
Bu kapatma nasıl sona erdi? Geçen haftaki yayınımızda https://medyascope.tv/2025/11/05/transatlantik-new-yorka-sosyalist-ve-musluman-bir-baskan-secildi-sudanda-neler-oluyor/ konuştuğumuz gibi, Demokratlar, New York, New Jersey, Virginia gibi önemli seçim bölgelerinde valilikleri ve belediye başkanlıklarını kazandılar, küçük bir mavi dalga oluştu. Kamuoyu yoklamalarına göre halk, devletin kapanmasından, hükümetin kurumlarının çalışmamasından daha çok, Cumhuriyetçileri sorumlu tutuyor, Trump bile bunu teslim etti. Böylece bir grup senatör “Biz zaten yapacağımız şeyi yaptık. Halk bize destek veriyor. Şu aşamada eğer sağlık sigortasına gelecek bu sübvansiyonları devam ettirmek istiyorsak, önce bir hükümeti açmamız gerekiyor, pazarlığa ondan sonra devam edelim” dediler. Normalde 53 Cumhuriyetçi, 47 Demokrat senatör var. Bu 47 Demokrat senatörden 8 tanesi, önümüzdeki dönemde seçilme durumu olmayanlar, ki bu da çok önemli çünkü bunlar seçime gitmeyecekler. Aslında devleti kapatma fikri, Demokratların tabanında popülerdi. ‘’Demokratlar bir şey yapıyor ve karşılığında bir şey alacaklar’’ diyorlardı. Bunlar bir şey almadan, “Evet, devleti açalım” dediler. Karşılığında da Cumhuriyetçilerden bir söz aldılar. ve Obama döneminin sağlık sigortası sübvansiyonları devam edip etmeyeceğine dair, iki üç hafta sonra oylama yapılacak.
Bu arada Amerikan halkı devletin kapanmasını ciddi olarak hissetmeye başladı. Burada 42 milyon kişi açlık yardımı alıyor. Bu kapanma olduğunda, o 42 milyon kişinin açlık yardım parası kesildi. Trafik kulelerine giden memurlar, işe gitmedikleri için havaalanlarında ciddi kuyruklar, aksamalar oluştu. İnsanlar, sağlık sigortası sübvansiyonları kesilince, sağlık sigortası ödemelerinin ne kadar yüksek olduğunu gördüler. Bunlar ciddi rakamlar. Sübvansiyonlar kesilince %50, %100'e varan artışlar var. Trump hükümeti, hayat pahalılığı, enflasyon, geçim sıkıntısı çeken Amerikalı orta sınıf nedeniyle zaten bir baskı altındaydı. Senato’daki o sekiz Demokrat bunları kullanarak “Biz zaten kazanıyoruz” deyip açtılar. Fakat bu, Demokrat Parti içinde ciddi bir tartışma yarattı. Senato’daki lider Chuck Schumer, partisini yeterince disipline altında tutamadığı için şu anda bayağı bir eleştiriliyor. Çünkü  çoğunluk senatörler “Devam edelim, kazanıyoruz. Amerikan halkı bizim arkamızda” dediler. Kırk iki gün devleti kapattık ama karşılığında, Cumhuriyetçiler sübvansiyon kararını değiştirmedi ve Trump da hemen “Bakın geri adım attılar, biz kazandık” diyerek zafer ilan etti. Neyse, sonuçta şu anda devlet açılıyor. Pazarlıklar önümüzdeki haftalarda devam edecek. Bu arada devlet iki aylığına, geçici bir bütçeyle açılıyor. Yani iki ay sonra aynı filmi tekrar görebiliriz.

Ruşen Çakır: Gönül, istersen Ömer'i kendi sorunuyla ve mutluluğuyla baş başa bırakalım. Önceden konuşmadık ama, sana hep aklımda olan bir şeyi soracağım. Sen New York Times'a bir Türkiye yazısı yazdın, ortalık karıştı. İktidar yanlıları, muhalifler, herkes bir yerinden çekmeye çalıştı. Sen sürekli Amerikan ve İngiliz medyasında, Türkiye üzerine değerlendirmeler yapıyorsun ama bu yazın bayağı etkili oldu. Burada neye şaşırdın, neye şaşırmadın anlatır mısın? Bugün CHP iddianamesi ile ilgili yayın https://medyascope.tv/2025/11/12/murat-aksoy-ile-soylesi-chp-iddianameye-hazir-miydi-video/ da yaptığımız Murat Aksoy, senin yazının başlığı ile ilgili bir yazı https://www.yeniarayis.com/yazi/erdogan-vazgecilmez-mi-12064 yazmış. Sen, “Bu başlıkları editörler seçiyor, yazarın başlık üzerinde kontrolü yoktur’’ diyorsun. New York Times’daki yazının https://www.nytimes.com/2025/11/06/opinion/erdogan-turkey-president-power.html başlığı, ‘’The Indispensable Erdogan-Vazgeçilmez Erdoğan’’ tabii ki çok çarpıcıydı. Ama sen bunu sorgulayarak söylüyorsun. Neler yaşadığını anlatır mısın? 
Gönül Tol: Ruşen, teşekkürler bunu sorduğun için. Aslında şaşırtıcı değil.  Bu arada şunu tekrar  söyleyeyim, bu başlıklar hep benim  başıma iş açıyor. Daha önce de Foreign Affairs dergisi iki kez çok provokatif başlıklar atarak beni zor bir durumda bırakmıştı. Bu tür dergiler yazara hiçbir söz hakkı tanımıyor. Başlığı editör seçiyor ve eğer “Ben bu başlığı sevmedim, değiştirelim” dersen yazıyı yayınlamıyorlar. O yüzden ben editörün seçtiği başlığı gördüğümde aslında gelecek tepkileri aşağı yukarı tahmin ettim.  Çünkü “Vazgeçilmez Erdoğan” ve maalesef hiç azımsanmayacak sayıda insan sadece başlığı görüyor ama yazının kalanını okuma zahmetine girmeden bir yorumda bulunmak istiyor. Beni aslında en şaşırtan şey, kendisini ciddi analist olarak gören insanların da başlığın altını okumaması. Madem başlığın altını okumak istemiyorsunuz, yaptığınız işe, kendinize birazcık saygınız varsa yorum yapmamanız gerekir.  Ama pek çok insan başlığa bakıp “Gönül Tol Erdoğan'ı övüyor” dedi. Dediğim gibi, bunu bekliyorduk. 
İkincisi, yazının tamamını okuyan insanların bir kısmının da söylenenleri anlamadığını görmek şaşırtıcıydı. Ama onun dışında ben ne demek istediğimi söyleyeyim. Yazı aslında şunu söylüyor: Batı ülkeleri uzunca bir süredir Erdoğan'ı kendi sorunlarını çözmesi için önemli bir partner olarak görüyor. Bu, benim ilk kez söylediğim ya da ilk kez söylenmiş bir şey değil. Hatırlayalım, 2016'da Avrupa Birliği'yle bir mülteci anlaşması imzalanmıştı.  Avrupa Birliği Türkiye'ye para verdi, karşılığında Türkiye, Suriyelileri Türkiye sınırında tuttu. Zaten o paraların da nereye gittiğini tam olarak bilmiyoruz. 2015’te Suriye'den giden göçmen akını vardı. Bu, Avrupalı liderler için siyasi olarak çok ciddi bir risk oluşturuyordu ve bunun önüne geçebilmek için Erdoğan'la el sıkıştılar. Erdoğan'la el sıkışmış olmaları çok şaşırtıcı değil. Ama özellikle Avrupa Birliği açısından şaşırtıcı olan şey neydi? 2015 yılında seçimler vardı ve bir koalisyon oluşturulmaya çalışılmıştı, Erdoğan koalisyon müzakerelerini bloke etti ve Kasım 2015’te yeniden bir seçim oldu. Normalde, Avrupa Birliği’nin, Türkiye’deki insan haklarının gidişatına dair duyduğu endişeyi dile getiren raporu seçimlerden önce yayınlaması gerekirken, AB sırf bu göçmen anlaşmasından Erdoğan caymasın diye o raporun yayınlanmasını sonraya bırakmıştı. Bu 2015’te, 2016'da olan durum
Bugün ise Avrupa ülkeleri, özellikle kendi savunmalarını yeniden inşa etmesi gerekiyor. Gazze meselesi var. Ukrayna krizi nedeniyle Türkiye ile çalışmaya ihtiyaç duyuyor. Sonuçta Türkiye, bütün krizlerin, savaşların olduğu bir bölgenin tam ortasında ve bu nedenle stratejik önemi olan bir ülke. Siz isteyin, istemeyin, sevin, sevmeyin, Türkiye, her şeyden önce bulunduğu lokasyon nedeniyle, Batılı ülkelerin, bu problemli bölgelerinde problemleri aşmak için çalışmak zorunda hissettiği bir ülke. Ben şunu söylüyorum: Bu al-ver ilişkisine dayalı ortaklık nedeniyle, Batı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri tamamen bir kenara itmiş durumda. ‘’Batı, Türk demokrasisi açısından bugüne kadar anlamlı bir şey yaptı mı?’’ diye sorarsanız, ona da yanıtım ‘’hayır.’’  Ama en azından sembolik de olsa bir eleştiri ve kınama geliyordu ki bunlar da önemlidir, bunu söylemek gerekiyor. Sadece bir kınama deyip geçmeyin. Bugün otoriterliğin ve baskının normalleştiği bir dünyada, kendisini ‘’demokratik’’ olarak tanımlayan ülkelerden, demokrasinin altını oyan adımlara karşı kınama gelmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum. 
Ama gördük işte, Alman Şansölyesi, İngiltere Başbakanı Türkiye’ye geldi. Sonra Erdoğan, Trump'la el sıkıştı ve bütün bunlar Erdoğan'ın içeride işine yaradı. Çünkü Erdoğan bu el sıkışmalarla, CHP’ye ya da demokrasi isteyen toplum kesimine “Dünyada hiç kimse sizin demokrasi mücadelenizle ilgilenmiyor, umurunda da değil. Ben Batı’nın çok önemli müttefikiyim” mesajı verdi. Bu bir gerçek mi, gerçek. Siz hangi partiye oy verirseniz verin, bu gerçeği değiştiremezsiniz. Erdoğan Trump'la el sıkıştı mı, sıkıştı. Alman Şansölyesi Türkiye'ye geldi mi, geldi. İngiliz Başbakanı, Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz ajanı olmakla suçlandığı bir günde gelip, tek kelime etmedi. Bunlar benim uydurduğum şeyler değil, gerçek olan şeyler. Yazımda bunları yazıyorum.
 Ama yazıda şunu da söylüyorum: Batı’nın “Biz Erdoğan'la el sıkıştık. Türkiye'de demokrasi lükstür. Türkiye'de hiçbir zaman işleyen bir demokrasi olmayacak. O nedenle biz, Türkiye'de otokrat da olsa lider her kimse, onunla iş yapmaya hazırız” diye bir varsayımı var. Fakat yazımda şunu da söylüyorum: Erdoğan, baskıyla herkesi hapse atarak, kurumları, medyayı, yargıyı kontrol ederek, herkesi susturarak gücünü konsolide edeceğini düşünüyor. Batı da bunu düşünüyor. Ama yanılıyorlar. Çünkü Türkiye’de her hafta on binlerce insan, demokratik haklarını savunmak için sokağa çıkıyor ve demokrasi isteyen kesimlerin demokrasi mücadelesi devam ettiği sürece, Erdoğan gücünü konsolide edemeyecek. Erdoğan'ın gücünü konsolide edememesi sadece Erdoğan'ın sorunu değil, aynı zamanda kendi sorunlarını çözmesi için Erdoğan'a bu kadar bel bağlayan Batı'nın da sorunu. New York Times’taki yazımın ana argümanı buydu. 

Ruşen Çakır: Ömer, Gönül’ün yazısı hakkında senden görüş almayacağım, aranızda sonra tartışırsınız. Ama o yazının da tam işaret ettiği bir olay Washington'da yaşandı. Ahmet eş-Şara geldi, Beyaz Saray'da ağırlandı ama Hakan Fidan da aynı tarihlerde oradaydı. Aslında ABD, Şam yönetimi ile pazarlık ederken, bunun bir ayağında da Ankara vardı, öyle değil mi? 
Ömer Taşpınar: Evet. 

Ruşen Çakır: Ne çıktı sonuçta?
Ömer Taşpınar: Amerika'nın Suriye meselelerine bakan temsilcisi, aynı zamanda Ankara Büyükelçisi olunca, bu entegrasyon, bu harmoni daha kolaylaşıyor diyelim. Zaten Amerika'nın gözünde Suriye dosyasının önemli bir boyutu, aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerle ilgili. Görüşmeden ne çıktı dersek: Trump- Şara buluşmasının en kritik başlığı İsrail’di. Buradaki beklenti, Acaba İsrail ile bir anlaşma imzalanacak mı?’’ konusuydu. Bu konunun henüz erken olduğu ortaya çıktı. Henüz İbrahim Anlaşmaları’na katılması gibi bir şey söz konusu değil. Şu anda iki ülke hâlâ bir savaş halinde gözüküyor. Golan Tepeleri’nin dışında da belirli toprakları almış konumda. Ahmet eş-Şara'nın Washington Post'la uzun bir söyleşisi oldu, Şara Amerikan basınına ‘’Bir kere İsrail bizim topraklarımızı işgal ediyor durumda. Ayrıca, Golan Tepeleri’ni korumak için daha da ileri bir yere giderek, neredeyse Şam'ın güneyine kadar geldi. Bu mantıkla eğer daha önce işgal ettiği yerleri korumak için daha da fazla toprak alacaksa, Münih'e kadar yolları var’’ dedi. Aslında İsrail'le dalga geçti ve “Henüz hazır değiliz” mesajını verdi. 
Suriye açısından belki de en elzem mesele, ABD yaptırımların kaldırılması. Burada 2019 yılında çıkmış Sezar Yasası var. Trump istediği kadar “Ben yaptırımları kaldırıyorum” dese de, Suriye'ye, Batı'dan, Suudi Arabistan'dan ve Körfez'den de para gelemiyor. Çünkü Sezar Yasası’na göre, para geldiği anda, o ülkelerin, Amerikan bankalarıyla çalışması zorlaşıyor. Sezar Yasası’nın kaldırılması için Senato’da zaten bir çoğunluk oluştu ve geçti. Ama Kongre’de, Temsilciler Meclisi’nde henüz konuşulmadı. Washington Post'ta bu konuyla ilgili sorular soruldu Şara’ya. Sorular şöyle: ‘’Şu anda ülkede azınlıkları koruyor musunuz? Suriye'nin geçiş dönemi konusunda endişeler var.” Ona da mantıklı bir cevap verdi Şara. Bence dersine çalışıp gelmiş buraya. Washington Post gazetesine “Amerikan İç Savaşı'ndan sonra nasıl bir geçiş dönemi oldu hatırlıyor musunuz? Bu demokrasi ve istikrar kolay kolay oluşmuyor ve Amerika'da bile iç savaştan sonra uzun bir dönem istikrarsızlık ve anarşik olaylar devam etti ki biz çok büyük bir iç savaş geçirdik” diye cevapladı. Gerçekten de Amerika'da savaş sonrası da bu olaylar devam etti. Yani ‘’Bize zaman tanıyın’’ demeye getiriyor ve “Bu yaptırımların kaldırılması çok önemli. Çünkü bu yaptırımlar kaldırılmadıkça bizim kurumlarımız çalışmayacak” diyor.
Başka bir konu, IŞİD'le mücadeleye resmi olarak katılması, ki bu konu zaten vardı. Suriye Ordusu, ABD öncülüğünde IŞİD'e karşı 5 operasyon yapmıştı.  Ama şu anda resmi olarak operasyona katılmasını ifade ediyor. Zaten Suriye Ordusu çok güçlü bir konumda değil. IŞİD'le karşı mücadeleyi de SDG, yani Kürtler yapıyor. Bir bakıma Türkiye ile Suriye'nin, Şam'ın verdiği ortak mesaj ‘’bu işi biz yaparız, SDG'ye Kürtlere o kadar da bel bağlamayın’’ mesajı. Ama Amerika orada değil henüz. Kürtlerin entegrasyonu dosyasında da bazı pürüzler devam ediyor. Biliyorsun, SDG yani PYD, orduya üniteler olarak entegre olmak istiyor. Birey olarak değil, Tugaylar olarak girmek istiyor ve hâlâ bölgelerinde belirli bir otonomi de istiyorlar. bu Türkiye’nin en önemli dosyası ama buna henüz bir formül bulunmuş değil. Ama en azından entegrasyon konusunda kâğıt üzerinde bir anlaşma var.  İki taraf arasında bir savaş hâli yok, o da önemli. Genel anlamda Amerika'nın, Trump'ın büyük beklentisi, Suriye'nin İbrahim Anlaşmaları’na katılması. Bunun için henüz durumun erken olduğu ortada. İsrail'le bir ateşkes olmalı, sonrasında İsrail'le en azından bir barış dönemi olmalı, ondan sonra diplomatik bir tanıma olabilir. Daha bu işin iki aşaması olacak, bana göre önümüzdeki birkaç haftada olacak bir iş değil bu. 

Ruşen Çakır: İbrahim Anlaşması demişken, geçenlerde gözüme çarptı, yanılmıyorsam Kazakistan dâhil olmak istiyormuş, ne alâkası varsa. Gönül, sana sormadan önce bir fotoğrafımız var, arkadaşlar o fotoğrafı ekranda göstersinler. Şu meşhur fotoğraf; Trump oturuyor gülüyor, eş-Şara ayakta.  Fotoğrafı siz görmüyor olabilirsiniz ama izleyicilerimiz görüyor. Bu fotoğraf çok çarpıcı geldi bana. Yani yakın bir ilişki var ama sanki baba-oğul ilişkisi gibi. Biraz zorluyor olabilirim tabii ama yakın zamana kadar Amerika Birleşik Devletleri Ahmet eş-Şara'nın başına ödül koymuştu. Örgütü terör listesindeydi. Bu kadar kısa süre içerisinde bu kadar hızlı dönüşüm sadece Trump'la alakalı değil herhalde, değil mi? Kamala Harris seçilmiş olsaydı benzer bir fotoğrafı yine görür müydük?
Gönül Tol: Tabii her şeyden önce en büyük fark, orada Esad'ın devrilmiş olması. O herkes için şaşırtıcı bir gelişmeydi, çok az insan bunu bekliyordu. Ahmet eş-Şara'nın kişiliğinin ötesinde, Suriye ile kurulan bu ilişki, Trump ve Şara'nın Beyaz Saray'da verdiği o resim, aslında Amerikan-Suriye ilişkilerindeki dönüşümün en büyük sembolüydü. O da çok radikal bir dönüşüm. Çünkü 1950'li yıllardan itibaren, Amerika ve Suriye hep çatışmaların karşı tarafında yer aldılar, hep politikaları birbirine taban tabana zıt oldu.1979'dan itibaren de Amerika Suriye'yi teröre destek veren ülkeler listesine soktu. Suriye, bir tek, kısa bir dönem, 1991'deki Körfez Savaşı'nda Amerika'nın liderliğinde Irak’a karşı koalisyonun bir parçası oldu ama onun dışında, 50'lerden itibaren hep taban tabana zıt, politikaları birbiriyle çatışan, çelişen iki ülke gördük. O yüzden, dün o Beyaz Saray'da verilen resim, Suriye-Amerika ilişkilerinin dönüşümünü temsil etmesi açısından da çok kritikti. Mesela IŞİD'e karşı mücadeleye Suriye de dâhil oldu. Bu çok sembolik önemi olan bir şey.
Ahmet eş-Şara açısından da evet, başına ödül konulan terörist listesindeki bir insanın bugün Amerikan Başkanı’yla el sıkışması ilginçti. Hatta yanılmıyorsam, CENTCOM komutanıyla basket oynadı. Bu ziyaretin ardında ciddi bir PR çalışması vardı. O yüzden, ben bu ziyarete baktığımda, en büyük ve en elle tutulur kazanımın, eş-Şara açısından meşruiyet olduğunu düşünüyorum.  Ama onun ötesinde elle tutulur ortaya ne çıktı derseniz, Ömer'in söylediğine katılıyorum; bence temel dosyalarda hatta yaptırım dosyasında bile umulan bulunamadı. Mesela bu Sezar Yaptırımları aslında kaldırılmadı. Muafiyet 180 gün daha uzatılmış oldu. Muafiyetin uzatılması Suriye'nin sorununu çözmüyor. Neden çözmüyor? Çünkü Suriye, ülkenin yeniden inşası açısından ciddi yatırıma ihtiyaç duyuyor. Fakat yabancı yatırımcı 180 günlük verilen muafiyete dayanarak Suriye'ye yatırım yapmıyor. Bu yaptırımların artık sonsuza kadar kaldırıldığını bilmek istiyor. Bu olmadığı sürece de Suriye'de ekonomik sorunlar çözülemeyecek. Peki bunun olmasının önündeki engel ne? Neden tamamıyla kaldırılmıyor da muafiyet uzatılıyor? Çünkü tamamen kaldırılması için Trump'ın Kongre ile çalışması gerekiyor. Kongre’de de Lindsey Graham ve Van Hollen gibi önemli Senatörlerin ciddi çekinceleri var. Mesela Lindsay Graham, Alevilere ya da Suriye'deki Hristiyanların güvenliğine dair bir güvence almak istiyor. Ahmet eş-Şara’ya henüz güvenmiyor. İsrail'e yakın senatörler var, onlar da Şara’ya güvenmiyorlar, onlar da yaptırımların bütünüyle kaldırılması konusunda çekimserler. O yüzden, pek çok analiz tarafından en kolay halledilebilecek gibi görülen yaptırım dosyasında dahi sorunlar var. 
İkinci çetrefilli şey, İsrail meselesi. Mesela, İsrail'in Suriye'deki askerî varlığı devam ettiği sürece, Suriye'nin stabil bir ülke olmasına imkân yok. Çünkü İsrail istediği gibi giriyor çıkıyor, istediği zaman  bombalıyor. Ayrıca İsrail’in Suriye içindeki varlığı ve aktivitelerinin, bence Kürtlerin Şam'la bir anlaşmaya varmasını zorlaştırmak gibi bir etkisi var. Dolayısıyla İsrail konusunda da Trump'ın ne yapacağını bilmiyoruz. Tom Barrack, İsrail'le Suriye arasında bir anlaşma olması için çok çalışıyor. İsrail ve Suriye arasında Golan Tepelerine dair bir kalıcı anlaşmaya varılsın diye çok çabalıyor. Fakat aslında meseleyi çözecek olan, Trump’ın Netanyahu'ya uygulayacağı baskı. Trump, bir sebeple o baskıyı uygulamak istemiyor. Dolayısıyla o konuda da yol alınmış değil. 
Üçüncü ve son olarak SDG meselesini söyleyeyim. Dediğim gibi, İsrail orada varlığını devam ettirdiği sürece, bence SDG'nin Şam'dan daha fazla taviz alabilmek için hep bir ümidi olacak. Bu arada eş-Şara'nın da Kürtlerle anlaşmaları ilerletmemek için sebebi var. Yani iki taraf da ayak diriyor, onu söylemek lazım. O konuda da çok ilerleme kaydedilmemiş. O yüzden her şeyden çok bunun bir sembolik önemi vardı. Bence Hakan Fidan'ın gelmesinin de sembolik önemi vardı. Hakan Fidan buraya geldi de Türkiye açısından Suriye-Gazze dosyalarındaki sorunlar çözüldü mü? Hayır. Tom Barrack yeniden Türkiye'ye bir hediye vermek istedi. Hakan Fidan “Bizi de  çağırdılar. Biz girdik Trump'la da  konuştuk. Trump da Tom Barrack da bizim o salona girmemizi  istedi” gibi bir açıklama yaptı. Zaten bir süredir her şey bundan ibaret. Görüntüde ‘’muhteşem müttefik’’ diye sırtımız sıvazlanıyor ama asıl çözülmesi gereken dosyalarda bir şey olmuyor. Muhtemelen Tom Barrack, “Türkler Beyaz Saray'da olmayı ve fotoğraf vermeyi önemsiyor.  Onlar da katılsınlar” diye düşündü. Ama onun dışında, mesela ikili ilişkilerdeki sorunlar, bu ziyarette çok gündeme gelmemiş. Muhtemelen bu önümüzdeki haftalarda Halkbank mevzusu çözülecek ama diğer konular çok konuşulmamış. Ağırlıklı olarak bölgesel konular konuşulmuş ve o konuşulan konularda Türkiye'nin istediği yönde ciddi bir ilerleme kaydedilmişe benzemiyor.

Ruşen Çakır: Şimdi bir şey gördüm, aradım bulamadım ama okudum; Hakan Fidan gazetecilerin soruları cevaplamış ve Suriye'nin kuzeyi, kuzey doğusu ve güneyi için altın bir dengeden bahsediyor. Bana o eski üsluptan  daha farklı bir üslup  gibi geldi. Herhalde tarafların karşılıklı beklentilerini bir dengede tutturabilmenin zor olduğunu, bunun için çalıştıklarını söylüyor. Orada ABD'nin de bir zamanlar Ankara'nın dediği ‘’tek vatan tek millet’’ çizgisinden uzaklaştığını gösteriyor bana, ne dersin? 
Gönül Tol: Ruşen, Biraz önce söylediğim şeylere bir ekleme yapmak istiyorum, söylemeyi unuttum. Aslında Türkiye Suriye'de çok pragmatik bir noktaya da geldi. Nedir o pragmatik nokta? Mesela Şam ve Kürtler konuşuyor, bugün Mazlum Abdi bir açıklama yaptı ve müzakerelerin hızlanacağını söyledi. Şam ve Kürtler arasında kâğıt üzerinde varılan anlaşmada, Kürt tarafının, bir şekilde içerideki iç güvenliklerini sağlama, kendi iç meseleleri konusunda, belli kültürel haklar, kendi yönetimlerinde söz sahibi olması konularında, bence Türkiye'nin bir itirazı yok şu anda. Türkiye, adına otonomi denmeden, Kürtlere belli oranda bir otonomi verilmesine karşı çıkacak bir pozisyonda değil. Tabii Türkiye için ideal senaryo, bütünüyle SDG'yi ortadan kaldırmak, orada Kürtlerin hiçbir otonomi elde etmemesini sağlamak. Ama bu gerçekçi değil. O yüzden, Türkiye bence daha gerçekçi bir noktaya geldi. Suriye'de Kürtlere belli bir miktarda içişlerinde özerklik verilmesi hem Öcalan hem eş-Şara açısından hem Erdoğan açısından kabul edilebilir bir senaryo. Bence Hakan Fidan'ın ‘’altın denge’’ dediği şey o.
İkincisi, Türkiye şöyle bir pragmatik noktada: Artık ‘’İsrail bütünüyle Suriye'den çekilsin’’ demiyor. Biz kuzeyde kendi varlığımızı gösterelim, İsrail de güneyde kendi varlığını göstersin. Ama biz öyle bir mekanizma kuralım ki çatışmayalım” diyor. Bu, aslında Türkiye'nin maksimalist taleplerinden vazgeçtiğini ve daha gerçekçi bir yere evrildiğini gösteriyor. Muhtemelen bu yere evrilmesindeki temel sebep şu: Çünkü Tom Barrack uzun zamandır ‘’İsraillilerle bir anlaşmaya varılacak, İsrail güneyde tuttuğu yerlerden çekilecek’’ sözünü veriyor. Fakat bu olamıyor. Çünkü Trump meseleye müdahil olmuyor. Türkiye, bunun olamadığını gördüğü için daha pragmatik bir yerden yaklaşıyor. Siz Suriye'deki İsrail sorununu çözmediğiniz sürece, Suriyeli Kürtler ve Şam arasındaki müzakereleri de istediğiniz düzeyde ilerletemiyorsunuz; bunların hepsi birbirine bağlı. Hakan Fidan'ın söylediği şey de o girift denge. Türkiye’nin o dengede gerçekçi bir yerde durması gerekiyor ve bana, o gerçekçi yere yaklaşıyor gibi geliyor.

Ruşen Çakır: Arkadaşlar burada noktayı koyalım. Atladığımız bir şey yok herhalde. Ömer, gözün aydın, iş yerinde başarıların devamını diliyorum. ‘Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar'a ve tabii ki siz izleyicilerimize çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.11.2025 Ankara Mazlum Abdi realitesini ne zaman tanıyacak?
21.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş noktayı koydu
20.11.2025 AKP ve CHP’nin İmralı ikilemi: Gitmek de zor kalmak da
19.11.2025 Ağzımız açık Devlet Bahçeli’yi izliyoruz
18.11.2025 Suriye’de “altın oran”ın peşinde
17.11.2025 Demirtaş’ı serbest bırakmak için daha ne bekliyorsunuz?
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
16.11.2025 Bir sivil darbe olarak 19 Mart süreci
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı